Gitti. Gitti demekle gidişi gidiş oluyor mu? O gidiş nasıl bir gidiş hangi çeşit gidiş? Bazı demlerde korkakça git derdik… Peki, gerçekten yüreğimiz bu gidişleri kaldırabiliyor muydu? Hangi yürek, hangi duygu, hangi beden ve niye hangilerle kalakaldık. Bu gidişler ardından çok şey bıraktı bize oysa kaybeden biz olduğumuzu düşünüyorduk. Belki de kazanan bizdik. Bazen gölgesi kaldı, bazen ses tonu, bazen kokusu, bazen de en büyüğü de sevgisi kaldı. Ardından kalan sevgiyi zekat olarak bırakıp gitti .. Arta kalan mıydı yoksa fazlalık mıydı bu sevgi?
Kendimizi bile kaldıramazken ve eklendi yine üstüne yükler. Bize kalan yükler içinde kayboldukça kaybolduk ve bir bilinmezliğe girdik. Bu bilinmezlik nasıl bir bilinmezlik; ilahi bilinmezlik miydi yoksa? Çırpındıkça daha da çok kaybolduk kayboldukça kendimizi kaybettik… Ahh o kayıplar.. Bizi kaybetti ve uzaklara savurdu. Uzaklarda bizi ister miydi peki? Belkide o da kayboldukça uzaklaştı ve içimizdeki zehir birbirini çekti. Yok ettikçe yok etti bizi. İyice çürüdük ve beraberinde bedenimiz de çürüdü. Koskocaman bir hiç ve gölge kaldı ardından geriye. Yemin edilmiş umutlar, uğruna yemin edilmiş sözler, anlamı olmayan olgular mıydı? Yemin edermişçesine gitti korkmadan, çekinmeden, ürkmeden… Geriye ay yüzlü insanlar bırakarak.
Geriye kalan sadece fotoğraflardı. Fotoğraflar o özlemi gideriyor muydu? Bir fotoğraf karesi bir beklentiyi karşılamıyordu oysa. Kimi bir sesini hatırlamak isterken, kimisi bir bakışını, kimisi bir yürüyüşünü. Bazen de bir fotoğraf karesine hasret kaldık. ” Benim, bizim birlikte çekilmiş bir fotoğrafımız yoktu” deriz oysa. Sonra başlarız keşkelere…
Hangi keşkelerdi bu peki? Bilinmeyen keşkeler miydi? Oysa herkes biliyordu birgün bir şeyleri kaybedeceğini ama kimse bunu etkisinde yaşamak istemiyordu. Çünkü acı insanı delirtir… Acının farkına varınca yaşamanın da farkına varıyorduk yavaştan. Yaşamak… Oysa herkes yaşamayı istemezken, yaşamayı bile bir nedene bağlayıp yaşayanlar vardı. Hiç mi yoktu bir anlamı “yaşamak” olgusunun. İnsanları bir şeyleri kaybedince sanırım yaşamayı da bırakıyorlar. Bazen bedenleri tek vardır bu dünyada. Oysa en büyük ölüm buydu. Yaşayıp da yaşayamamak. Sonrasında o insanların tutunacak bir hayatı bile kalmadı. Sonra başlarız sorgulamaya neden biz? Neden ben? Neden hep ben?
Oysa bunun bir nedeni yoktu. Ve bu bilinmezlikle yaşayıp gidiyoruz…
TAKİPÇİMİZDEN
”SİZLER DE YAZILARINIZIN YAYINLANMASINI İSTİYORSANIZ mersinodak@gmail.com ADRESİNE MAİL ATABİLİRSİNİZ”